Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı

Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı


Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

30 Temmuz 2021 - 22:13

Ülke olarak Türk usulü başkanlık sisteminin hangi evrelerden geçerek uygulamaya girdiğini; uygulamaya girmesi ile Türkiye’de idari sistemde, dolayısıyla hayatımızda neler değiştiğini kısaca hatırlayalım.

Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından hazırlanan anayasa değişiklik paketi, yürürlükteki parlamenter sisteminn yerine başkanlık sisteminin getirilmesini, başbakanlık makamının kaldırılmasını, meclisteki vekil sayısının 550'den 600'e çıkarılmasını ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda değişiklikler yapılmasını içermekteydi.

Ancak AKP, anayasa değişiklik paketini, meclise getirmeden önce mecliste yeterli oya sahip olmaması nedeniyle, MHP ile anlaşarak TBMM’ye sundu. Anayasa değişikliği teklifi, 20 Ocak 2017 tarihinde gerçekleşen Meclis görüşmelerinde beşte üç oy sayısı olan 330’u aştı ve 339 oy ile Meclisten geçerek referanduma gidilmesi kararı verildi.

Bu kararın ardından AKP ve ortağı MHP, referandum için siyasi propagandalar başlatarak söylemlerinde; Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’nde her şeyin hızlı ve anında olacağı, bürokratik işlemlerin kalkacağı, ülke olarak düzlüğe çıkacağımız ve ekonomik olarak sayılı ülkeler ile yarışır seviyeye geleceğimiz, bir “Evet!” ile Türkiye’yi hep beraber uçuracağız gibi vaatleri ile, Nisan 2017'de gerçekleştirilen halk oylamasında “evet” oyu %51,41; “hayır” oyu %48,59 gibi birbirine çok yakın olarak sonuçlandı.

Ancak; çıkan bu sonuç muhalifleri tatmin etmedi ve sayım sonuçlarında manipülasyon yapıldığı iddiaları ile tartışmalı bir referandum kabul edilerek Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edildi.

Daha sonra ülke genelinde 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde % 52.59 sonuçla Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimle ülkemizde rejim değişmiş; tam anlamıyla Türk usulü Başkanlık Sistemi’ne geçilmiştir. 

Bu sistem, kuvvetler ayrılığını bitirmiş ve yasama organı aleyhine yürütmenin önemini arttırarak gücü, cumhurbaşkanlığı makamında toplanmakla beraber Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkileri sınırlandırılmış ve meclis sistem dışı kalmıştır. Cumhurbaşkanı’nın “kendisinin seçmiş” olduğu ve dışarıdan atadığı yetkisiz bakanlar, cumhurbaşkanı dışında kimseye hesap vermeyen cumhurbaşkanı sekretaryası durumuna düşmüştür.  

Bu sistemin en can alıcı ve kötü tarafı icranın denetim dışı kalmış olmasıdır. Türk usulü başkanlık sistemi ile yandaş yöneticilerin çoğaltılması, ideolojik kutuplaşmayı ve çatışmayı da derinleştirmiştir.  Tüm bu yaşanan  olumsuzluklar yetmezmiş gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AKP genel başkanlığına geçmesiyle tarafsızlığını yitirmiş, adate ülke bir parti devleti yönetimi haline getirilmiştir.

İktidar partisinin yeni yönetim sistemi lehindeki iddialarının aksine, yürürlüğe girmesinden üç yıl sonra, uygulamada önemli sorunlar yaşanmaya başlanıldı. Parlamento zayıflıyor, kuvvetler ayrılığı sarsılıyor, yargı siyasallaşıyor, kurumlar sakatlanıyor ve ekonomik sıkıntılar artıyorken otoriter uygulamalar gitgide egemen oldu.

Yeni sistemin kurumlar üzerinde cumhurbaşkanına verdiği neredeyse sınırsız ve kontrolsüz güce rağmen, siyasi manevra alanı şaşırtıcı bir şekilde parlamenter sistemdekinden daha dar bir alana sıkışıyor. Bu durum bölünmüş muhalefete ortak bir direniş ve birliktelik sağlamış, muhalif siyasi partilerde hareketlenme ve canlılık getirmiştir.

Gelişen bu durum karşısında iktidar partisi de öncelikle aynı muhafazakâr seçmenlere hitap eden küçük partilerin oluşumu ile seçimi kazanmak için ittifaklar kurarak iktidarının devam etmesini planlamış; ancak, başarısız olmuşken, muhalefetin oluşturduğu Millet İttifakı, 2019 yerel seçimlerinde başarılı olmuştur.  Millet ittifakı’nın seçim zaferine rağmen, kurucu partilerin demokratik onarıma yönelik adımlar için ortak bir vizyonu paylaşıp paylaşmadıkları şu anda belirsiz durumunu koruyor olması da ileride sorun oluşturabilir.

Yeni başkanlık sisteminin çöktüğünü, kurumlar arası iletişimin koptuğunu, liyakate bakılmaksızın “Benim adamım olsun, çamurdan olsun” anlayışı ile kamuya atamaların yapılması ve yapılan yanlışlar toplumun büyük bir kısmının tepkisini çekmiştir.

Bu anlayış sonucunda;
Adalet ve yargı siyasallaştı.
Eğitim bitti.
Ekonomi battı.
Askıda ekmek devri başladı.
Sağlık sistemi çöktü. Pandemi iyi yönetilmedi.
İşsizlik arttı ve dolayısıyla geçim derdi nedeniyle intiharlar arttı.
Sonuç olarak; her yetkinin bir kişinin elinde olduğu, tek adamlık rejimi, Cumhurbaşkanlık hükümet sistemi sınıfta kalmıştır.

Cumhurbaşkanlık hükümet sistemi iç politikada olduğu gibi, dış politikada da başarısız oldu. Avrupa Birliği, demokratik reform beklentileri konusunda gerçekçi olunmadı. Aynı zamanda karşılıklı yarar sağlayan alanlarda, Avrupa Birliği ve üye devletleri ile çıkarlarımızı korumak için karşı karşıya gelme yerine, işbirlikçi, uzlaşmacı bir politika izlenmedi.

Türk usulü başkanlık sisteminden ve uygulamalarından AKP’nin kurmayları ve oy veren bir kesim de rahatsız. Bazı revizyonların yapılmasını dillendiriyorlar.

AKP’nin kurucularından eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
siyasal İslam çöktüğü, başkanlık sistemi yanlış olduğu, sistemin yüzümüze gözümüze bulaştırıldığı, laik-parlamenter sisteme ve batı bloğuna geri dönülmesi gerektiğine ilişkin söylemleri, içinde bulunduğumuz durumu net bir şekilde ifade ediyor.

Tek adam rejimi, her zaman kaybetmeye mahkûmdur. Nerede olursa olsun, tek adamın kararlarını, seçimlerini, tercihlerini eleştiren ve fikrini değiştirmek isteyen kişiler olmadıkça ve etrafında şakşakçılar olduğu sürece ülke ekonomisine, siyasetine, yaşayışına, özetle ülkenin varoluşuna dair ne varsa yokuş aşağı gidecektir.

Sonuç olarak; Ülke menfaatlerini dikkate aldığımızda yapılacak ilk iş; seçim yasasını değiştirmek, seçim barajının makul bir seviyeye çekmek, daha sonra çöken başkanlık sisteminin yerine parlamenter sistemi getirmektir. Tüm bu değişiklikler, Onların dediği gibi “ülke bekası” için önemlidir.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum