Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı

Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı


Mülteci ve sığınmacı sorunu

14 Ağustos 2021 - 09:55

Ülkemizin gündemini uzun süreden beri meşgul eden ve uzun süre de meşgul edecek olan, Suriye ve Afgan mülteci sorunu giderek derinleşiyor. Şayet tedbir alınmazsa ileride ülke olarak çözülmesi zor sorunlar yaşayabiliriz.  

2011 yılında Suriye'deki iç savaşın başlamasından bu yana yaklaşık bugüne kadar 5,5 milyon mülteci Türkiye'ye giriş yaptı. Bu sayı ile ülkemiz, Avrupa ve bölge ülkelere kıyasla en yüksek mülteci barındıran ülkesi oldu. Bu toplu göç sırasında, göç eden kişilerin geri döneceği düşünülerek bir mülteci statüsü verilmedi ve “geçici koruma” adı altında sığınmacılar konumuna alındı. Ancak, bir kısmı da kayıtsız denetimsiz giriş yaptı.

Suriyeli mültecinin gelişi, ülkede tartışmaları da beraberinde getirdi. Bazı kesimler, Türkiye’nin mültecileri kötü yönetmesi sebebiyle mültecilerin yaptıkları taşkınlıklardan kaynaklı ülkemiz halkının mutsuz olduğunu ve bu sebeple halk arasında mültecilere yönelik oluşan nefretin kötü sonuçlar doğuracağını belirterek, bu durumun güvenlik tehdidi oluşturacağı kanısında iken; bazı kesimlerce ise, mültecilerin ekonomik ve sosyal açıdan ülkemize faydalı olduklarını iddia edilmektedir.  

Ortak görüş, milyonlarca göçmenin ülkenin ekonomisine bazı yönleriyle önemli bir yük getirdiğidir. Nitekim resmi kaynaklar, Suriyeli göçmenler için bugüne kadar 52 milyar dolar dolayında para harcandığını söylemektedirler. Suriyelilere sağlık ve eğitim desteğinin yanı sıra belirli şartlarla nakit yardımların yapılması da söz konusudur. Kendi ülke halkımız, yoksulluk ve işsizlik ile mücadele ederken; özellikle pandemi döneminde devletten yardım alamazken; mültecilere harcanan milyon dolarların ödenmesini haksızlık olarak değerlendiriliyor.

Sonuçta bu harcamalar, bütçeden, hazineden, nihai olarak da vergi mükelleflerinin sırtından finanse edilmesi gereken kaynaklardır. Bu parayı Türkiye göçmenler için harcamak zorunda kalmasaydı halkının yaşamını kolaylaştıracak, sağlık, eğitim, altyapı ve AR-GE faaliyetlerine harcayabilecekti.

Bu harcamalara karşın AB fonundan Türkiye, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile bir ortaklık anlaşması imzalamış ve 2005 yılında AB katılım müzakerelerine de girmiştir. Bu antlaşma gereği, AB mali yardımları kapsamında, 2014-2020 dönemi mülteciler için Türkiye'ye sadece yaklaşık 4,5 milyar Avro tahsis edilmiştir. AB siyasi nedenleri bahane ederek vaat ettikleri geri kalan yardımı ise yerine getirmemiştir.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’e yönelik tepkileri arttırmış, 'Dün ne yaptık? Kapıları açtık' diyerek, 'O kapıları kapatmayacağız. Neden? Çünkü Avrupa Birliği verdiği sözleri tutmalı'.  Erdoğan ayrıca AB'nin Suriye'deki, özellikle İdlib'deki askeri çabalarını desteklemediğini ifade ederek AB’nin bu tutumunu eleştirdi.

Ülke olarak biz, Suriyelilerle uğraşırken; bazı çevrelerin iddialarına göre, 1000 km'den fazla yolu yürüyebilen, sadece “genç yaştaki dinamik ve erkek” nüfustan oluşan Afganların, mülteci değil; ancak asker olacağı da diğer bir tartışma konusu oldu. Yine iddialara göre; Türkiye ile ABD arasında yapılan anlaşma gereği, ABD’nin Afganistan’dan askerlerini çekmesiyle beraber ülkemizin Afgan sığınmacılara kontrolsüz olarak açıldığı; ortada planlı bir akın olduğu ve bununla beraber sadece “genç yaştaki erkek“ Afganlardan oluşan kitlelerin, İran sınırını aşıp ülkemize elini kolunu sallayarak giriş yaptıkları dikkate alındığında, bu kadar insanın kontrolsüz ve gelişi güzel bir şekilde ülkeye geliyor olması durumunda gelenlerin, mülteci değil; olsa olsa istilacı olabileceği düşünülmekte.

Bu iddialar doğru ise, ülkeye bu şekilde bir mülteci akınına izin verip, ülkenin hem demografik hem de kültürel alt yapısını tehlikeye sokmak akıl işi değil; ancak, bir planın parçasıdır. 

Şöyle bir görüş de var: Hadi Suriyeliler savaştan aileleriyle kaçtı geldi ama Afganların hepsi erkek. Belli ki savaştan kaçmıyorlar; sözde çalışmaya geliyorlar. Gelen Afganların hepsinin mazlum olmadığını da biliyoruz. 

Bunların Amerika’nın paralı askerleri olması ihtimali de var. Amerika bu insanları kullandı, kullandı, daha sonra ise Afganistan’dan çekilince, bunları kendi ülkelerine alamayacakları için, muhtemelen para vererek, Türkiye'ye sokuyor da olabilir.

Tabi ki bunlar iddia; ancak, gerçek payı da olabilir. Ayrıca insani duygularla olaylara baktığımızda, keşke ülke halkı olarak yaşam standartlarımız ve milli gelirimiz yüksek olsa da komşularımızdan gelen bu kişileri kontrol ve denetimden geçirerek ülkemize kabul edebilsek.

Çünkü bu insanlar keyfinden vatanını terk edip gelmiyorlar. Belki de kendi halkını Afganistan yetkilileri koruyamıyor ve onlara en temel hak olan yaşam hakkını veremiyor. Kimse nedensiz ülkesini terk etmez. Hele ki bu şartlarda yaşamak için terk etmez. Afganlar için ülkelerindeki şartlar o kadar kötü ki, göç ettikleri yerlerde bu koşulları kabul etmek zorunda kalıyorlar. İşte burada bizim yetkililere iş düşüyor. Detaylı bir araştırma yaparak kamuoyunu aydınlatmaları gerekiyor.

Afganların bu hareketliliği Avrupalıları da tedirgin etmiş olmalı ki, Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, siyasi baskı ve ekonomik sorunlar nedeniyle son 20 yılda ülkeyi terk eden 5 milyondan fazla Afgan mülteciye son haftalarda on binlerce yeni mültecinin eklendiği bildiriyor.

Yeni göçmenlerin de ağırlıklı olarak hedefi, İran ve Türkiye üzerinden Batı Avrupa’ya ulaşmaktır. ‘‘Mülteciler için doğru yer komşu ülkeler, Türkiye veya Afganistan'ın güvenli bölgeleri’’ diyen Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Afganları ülkesinde istemediğini açıkça belirterek bu hastalıklı ideolojiyi (Talibancılık) Avrupa’ya ithal edilmesini istemediği söyledi. Bu söyleme Türkiye’de bazı siyasilerin tepki göstermesine rağmen Kurz, geri adım atmadı. Bence de doğrusunu yapıyor; kendi halkının huzurunu bozulmasını istemiyor.

Sonuç olarak;

Geçtiğimiz yıl özellikle dünyanın dört bir yanındaki mülteciler için zor yıl oldu. Yaşadıkları can ve mal kayıpları, gittikleri ülkelerde karşılaştıkları problemler, sahipsiz bırakılmaları, psikolojik sorunlar ve dramlar, yaşama sevincini ve hayallerini bitirdi.

Kayıtlı Suriyeliler sağlık, eğitim, sosyal hizmetler ve işgücü piyasasına kısmen de olsa erişebilmekte iken; ülkeye kayıtsız giriş yapanların durumu, ülkenin sunduğu olanak ve hizmetlerden faydalanamadıklarından ötürü daha da zor olmaktadır.

Sözün özü; Türkiye olarak baştan beri komşularımız ile iyi ilişkiler kuramadık; uzlaşıcı ve kalıcı politikalar geliştiremedik. Dış politikada yapılan yanlışlar iç politikayı da etkiledi.

Ülkeyi yönetenlerin öncelikli görevi, halkın can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Sınırına hakim olamayıp ülkede bunca işsizlik, açlık varken ülkeyi mülteci ile doldurmak, sonra da “Vatan! Millet! Sakarya!” edebiyatı yapmak kabul edilebilecek bir durum değildir. 

Ülke koşulları bu durumda iken kontrolsüz mülteci akınına karşı gelmek ırkçılık filan değildir. Türkiye'ye yönelik bilinçli ve sistemli bir plan sahneye konuyor olabilir. Bunu görüyoruz; ülkemizi yönetenlerin de bu planı görme ve tedbir alma gibi önemli bir görevi vardır. 

Başta AB ülkeleri olmak üzere, Suriye ve Afganistan ülke yetkililer ile görüşüp politikalar geliştirmek; bu göçün durdurulması için temaslarda bulunarak kalıcı tedbirler alınması hayati önem taşımaktadır.



 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum