Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı

Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı


Sivil toplum kuruluşları

27 Ağustos 2021 - 21:39

Ülkemizde faaliyet süren ve toplumun temel taşları olan, sivil toplum kuruluşlarından, dernekler, vakıflar, sendikalar ile meslek odaları ve birliklerinin faaliyetlerini sürdürürken karşılaştıkları sorunlardan, baskılardan, çifte standart uygulamalardan ve hükümetin bu örgütlere bakış açısından bahsetmek istiyorum. 

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde vatandaşlar, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi sivil özgürlükler sayesinde görüş ve önerilerini dile getirirler. Sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, medya ve işveren kuruluşları gibi paydaşları ile kurum ve kuruluşlar aracılığıyla kamuoyu oluşturarak siyasal iktidara etkide bulunurlar.

Dünyanın her yerinde özü itibariyle, genellikle iktidarın yaptıkları yanlışları ve iktidarın uygulamalarını eleştiren, iktidarın yanında değil; doğaya ve çevreye duyarlı, haklının ve mağdurun yanında durarak muhalif duruş sergileyen örgütlenmelerdir. 

Ülkemizi yönetenler bu kuruluşlara farklı bir gözle baktığı için ve onun içindir ki; bu kuruluşlarla hiçbir diyaloga ve iş birliğine girmediklerini görmekteyiz. Hükümet farklı görüşleri ve çok sesliliği istemiyor. Bunu da açıkça söylüyor. “Ya taraf olursunuz yada bertaraf olursunuz.” İşte bu anlayış, ülkemizde sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmesinde en büyük engeldir. 

Sivil toplum, hem Türkiye’de hem de dünyada gelişmekte ve toplumsal hareketlilikle birlikte yeniden şekillenmekte olan dinamik bir alandır. Özü itibariyle de homojen bir yapıları yoktur. 

Sivil toplum kuruluşları, farklı alanlarda çalışan gönüllü örgütlerden düşünce kuruluşlarına, sosyal hareketlerden vatandaş inisiyatiflerine, hükümet dışı örgütlerden sendikalara ve meslek odalarına kadar geniş bir yelpaze içerisinde hareket eden bir alanı temsil etmektedir. 

Sosyal fayda sağlama amacının yanı sıra, toplumsal gelişme ile demokratikleşme amacıyla insan hakları, çevre, gençlik, eğitim, sağlık, engelliler, kalkınma vb. gibi farklı alanlarda çalışan farklı örgütlenme modelleri vardır.

Bu örgütlenme modellerden biri olan dernekler, ülkemizde sosyal ve yardımlaşma amaçlı kamu ve özel yasalarla kurulmuş olup sayıları oldukça fazladır. Ayrıca birlik ve dayanışma ile gelenek ve göreneklerini geleceğe taşımak için kurulmuş çok sayıda hemşeri dernekleri de vardır. Bu derneklerin bir kısmı, iktidarın kontrolünde AB fonları olmak üzere teşvik alan ve sınırsız, denetimsiz kaynak aktarılan, bakanlıklar ve belediyelerden bağış alan, iktidar tarafından korunan derneklerdir. Bu derneklerin yöneticilerin çoğu, iktidar partisinin yandaşları olduğundan dernek yönetimleri, özgür ve bağımsız değildir; birilerinin talimatları doğrultusunda yönetilirler. 

Halk ve temsilcileri tarafından kurulan dernekler ise, sadece üyelerin katkısı ile faaliyetlerini sürdüren muhalif derneklerdir. Ekonomik güçleri zayıf olan bu dernekler, iktidarın baskısına rağmen faaliyetlerini sürdürürler. Bunlar iktidara karşı muhalif oldukları için, bakanlığın bir kararı ile yöneticilerinin görevden alınmaları ve derneğin kapatılması her zaman mümkündür. Baskılar, sindirmeler ve yıldırmaya yönelik yaptırımların yanında kısıtlı kaynaklar sebebiyle bu dernekler, toplumsal tepki yaratmada zayıf ve etkisiz kalıyorlar. Zaten iktidarın istediği de tam da budur. 

Vakıflardaki durum da derneklerden farklı değildir; genellikle cemaatlerce veya yandaşlarca kurulmuşlardır. Bu vakıflar, özel statülü, korumalı vakıflardır. Her türlü bağış, hibe ve fonlama, iktidar tarafından kaynak aktarılan vakıflardır. Ayrıca bu vakıflara kamu niteliğinde olması sebebiyle, vergi ve harçlardan muafiyetlerle donatılmıştır. Diğer taraftan, bilimsel, sağlık, eğitim, çevre ve kentin ihtiyaçları ile toplum sorunlarını gündeme getirme amaçlı halk tarafından kurulmuş vakıflar vardır. Bu vakıflar, her dönem iktidara muhalif oldukları için ekonomik olarak yetersiz, devletten destek alamayan ve bunun için de toplumun ihtiyaçlarını ve sorunlarını karşılamada etkisiz kalan vakıflardır. 

Sendikalara gelince; 12 Eylül’den sonra işçilerin kurduğu, emekten yana tavır sergileyen sendikaların yöneticileri tutuklanmış ve devre dışı bırakılmıştır. İktidarlarda bu boşluktan yararlanak kendi yandaş sendikaların kurulmasına yardımcı olmuşlardır. Özellikle kamu alanında faaliyet gösteren KİT’ler ve işletmelerde çalışan işçilere yapılan baskı ve işten çıkarma tehditleri sonucu işçiler, hükümet eliyle kurulmuş bu yanlı sendikalara üye olmaya zorlamışlardır. Böylece Türkiye genelinde toplu sözleşme yapma yetkisi, emekten yana sendikalardan alınarak, bu yanlı sendikaların eline geçmiştir.  AKP döneminde bu ayrışma giderek derinleşmiş; yandaş sendikalar güçlenmiş; daha da çok korunmuş bu sayede sarı sendikalar türemiş ve böylece işçi kesimi eylemsiz, etkisiz hale getirilmiştir.

Ağustos ayında memursan sendikası ile hükümet arasında yapılan toplu iş sözleşme görüşmelerinde hükümetin taleplerini sorgusuz sualsiz kabul etmişler, büyük bir kesim olan sendika üyelerinin hakkını savunmayarak mağdur etmişlerdir. Şöyle ki; TÜİK enflasyon oranı yüzde 19, reel enflasyon yüzde 35, memur ve emekliye zam 5+ yüzde 7 = yüzde 12.35 gibi gerçeklerden uzak komik bir zam oranı ile sözleşme imzalamışlar, bu nedenle toplumun her kesiminde şiddetli tartışmalara neden olmuştur.  

Toplumun dinamikleri olan akademik meslek örgütleri hükümet için büyük bir engel olmuştur. Ülke ve meslektaşlarının sorunlarına karşı duyarlı olan, gerektiğinde direnen, aynı zamanda sosyal sorumluluk gereği ülkede yaşanan olumsuzlukların karşısında sesini yükselten, diri ve ekonomik yapıları güçlü örgütlerin olması mevcut iktidarı rahatsız etmiştir.

Bu nedenle meslek örgütleri ile hükümet her alanda karşı karşıya gelmiştir. Bu olumsuz durum iktidarın işine gelmemiş; çok sesliliği sevmeyen, biat edilmesini isteyen bir anlayış ile bu meslek örgütlerini nasıl etkisiz hale getirilir planları yapıldı. İçlerine nasıl nifak sokarız, birlik ve dayanışmalarını nasıl bozarız planları yapılmış ve bu plan devreye konulmuş olsa da meslek odalarındaki dayanışma ruhu daima ön plana çıkmış; bu nedenle yaptıkları plan şimdilik boşa çıkmıştır. 

İlk önce TÜRMOB Yeminli Mali Müşavirler ve Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler yasasında değişiklik yaparak bu meslek örgütünü kendi yandaşlarının yönetmesi için “Nispi Temsil” denilen ucube seçim sistemi getirerek dengeleri bozmaya çalışmışlardır. Bu sistem ile, bazı odalarda kısmen kargaşa yaratmışsalar da ülke genelinde başarılı olamamışlardır. Bu sistemi savunan, hükümet yanlısı gruplar TÜRMOB’da 2019 yılında yapılan seçimlerde yönetim kadrolarına girememişlerdir. 

Çevre ve deprem gibi afet dönemlerinde ve yeşil alanların ranta dönüşmelerinde seslerini yükselten, gerektiğinde yargı yoluna giden TMMOB’e karşı hükümet tavır almış; baskı ve sindirme yoluna gitmiştir. Yöneticileri görevden alınmak, tutuklama gibi baskılara maruz kalmışlardır. Ancak bu konuda TMMOB, geri adım atmayıp direnmeye ve olumsuzluklara karşı çıkmaya devam etmiştir.

Pandemi döneminde TTB, Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı çalışmaların eksik olduğunu, vaka sayısı ve ölüm sayılarının maniple edildiği iddiası ile yaptığı açıklamalar sonunda hedef tahtası haline gelmiştir. Hükümetin küçük ortağı TTB’nin kapatılmasını talep etmiş, gelen tepkiler nedeniyle iktidar bir adım atmamıştır. Özellikle bu salgın döneminde, böyle bir kuruluşun kapatılması önerisi karşısında her kesimden tepkiler gelince iktidar da destek vermeyince sadece söylemde kalmıştır. 

Avukatların, insan hakları ve çevreye duyarlı olmaya yönelik toplumsal tepki yaratacak açıklamaları hükümeti rahatsız etmiş, bunun üzerine hükümet avukatlık yasasında değişiklik yapılması amacıyla bir kanun teklifi hazırlayarak Meclis’e sunmuştur. 

Birden fazla baro kurulması ve delege sayılarında revizyon yapan bu yasa teklifi, uzun süre tartışmalara neden olmuştur. Türkiye Baro başkanları ve yöneticileri bu yasa teklifine büyük bir direniş göstermelerine rağmen Hükümet bu yasa teklifini Meclisten geçirerek yürürlüğe koymuştur.

Ancak burada da umduklarını bulamamışlar; sadece İstanbul’da yandaşlar tarafından bir baro kurulmuş; yaptıkları değişikler Türkiye genelinde değer bulmadığı gibi bugünlerde barolarda yapılan seçimlerde iktidara muhalif gruplar kazanmıştır. 

Hükümetin asıl amacı, karşılarında muhalif istemiyor; yaptıklarının eleştirilmesini istemiyor. Şimdi de bu akademik meslek birliklerinin birlik ve dayanışmasını bozmak için oturdular, gece gündüz çalıştılar. “Tek çatı yasa” yapalım; bu yasa yasallaştığında bütün meslek birliklerini kapsasın; biz de bunlardan kurtulalım. Fakat bu çatı yasa, çok sayıda bir kesimi ilgilendirdiği için toplumsal tepkiden endişe duyduklarından, Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkaracağız demesine rağmen bu güne dek kamuoyu gündemine gelmedi. 

Şimdilik hazırlanan bu yasa taslağı raflarda tutuluyor. Bakalım ne zaman meclise getirecekler? Bu yasa teklifinin can alıcı noktası, başlarında bulunan “Türkiye” kelimesinin kullanılmasını kaldırıyor olmasıdır.

Sonuç olarak; Örgütlü bir toplum susmaz. Güçlendirilmiş bir sivil toplum, herhangi bir demokratik sistemin çok önemli bileşenidir. Türk sivil toplum kuruluşları, başta eğitim, kadınların işgücüne katılımı, etnik ve sosyal hoşgörü konusunda farkındalık yaratma olmak üzere, ülkenin karşı karşıya olduğu temel zorluklara önemli katkılarda bulunmaya devam ediyor. 

Yaşadıkları olumsuzluklara rağmen, sivil toplum katılımının kutuplaşmayı azaltmaya; demokratik katılımı ve aktif vatandaşlığa teşvik etmeye ve bir toplum içinde bütünleşmeye ve hoşgörüyü arttırmaya yönelik çalışmalar devam etmiştir.

Bir araştırmaya göre; İsveç gibi demokrasinin hakim olduğu gelişmiş ülkelerde yaşayan bir ferdin en az 5 sivil toplum kuruluşuna üye olduğu söylenmektedir. Darısı ülkemiz başına. Ülkemizde de kültür seviyesi, toplumsal olaylara duyarlık artarsa demokrasi de tüm kurallarıyla yerleşir ve gelişir.


 



 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum