Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı

Feyzullah Topçu Mali Hukuk Bilim Uzmanı


Türkiye'de tarım

02 Temmuz 2021 - 11:46 - Güncelleme: 02 Temmuz 2021 - 11:49

Dünyada tarım alanında bir sürü yenilikler, düzenlemeler ve teknolojik yatırımlar yapılırken ülkemizi yönetenlerin uyguladıkları yanlış politikalar, plansızlık ve programsızlık nedeniyle tarım çökme noktasına geldi.
Tarım alanında küresel olarak baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, ülkeler arası yoğun rekabet de eklenince tarım ve gıda sektörleri pandemiyle birlikte gündemin üst sıralarına yerleşmektedir.

Elbette tarım sektöründe, tüm dünyada benzer sorunlar yaşamakta. Tarıma küresel anlamda göz attığımızda; tarlada çalışan nüfusun yaşlanmakta, kırdan kente göçün artmakta,  gençleri sektöre çekmenin zorlaşmakta, teknoloji şirketlerinin tarım ve gıda sektörlerine kayıtsız kalmasa da yatırım sermayesine aynı ilgiyi göstermemekte, iklim değişikliğinin etkilerinin bariz olarak ortaya çıkmakta, değişen tüketici profili, nüfus ve talep baskısı sebebiyle gıda arzının hem güvenliği hem de güvencesi ile ilgili sorunların ön plana çıkmakta, doğa ve iklim dostu, sürdürülebilir tarımsal üretime ihtiyaç duyulmakta olduğu görülmektedir.

Ülkeler, bu sorunlara yönelik olarak tasarlamış ve uygulamış oldukları politikalar çerçevesinde, kurumlarının etkin bir şekilde çalışmasını sağladıklarında, rekabetçi bir tarım ve gıda sektörüne sahip olabilmektedirler. Bizde ise tarım politikaları, masa üstünde alınan kararlar ile dış güçlerden gelen kota gibi kısıtlamaları uygulamakla meşgul.

Türkiye’de tarımsal üretimde bağımsızlık ve çeşitliliğin korunması, bir gelecek aynı zamanda bir bağımsızlık meselesidir. Tarım sektöründeki dışa bağımlılık, ekonomik özgürlüğümüzü orta ve uzun vadede tehdit edecektir. Konu ile ilgili bilim adamlarının da ifade ettikleri gibi; kimyasallarla desteklenen yeni tarımsal üretim, ekim, filizlenme ve hasat süreçleri boyunca sadece tohumlara ve çimlenmeye zararlı ot ve böceklere değil; bilakis, zararlı olmayan, ekolojik dengenin bir parçası olan birçok ot, kuş ve böceğin yanı sıra deniz canlısının da soyunun yok olmasına neden olmaktadır.
Doğa, organik bir bütündür. Dolayısıyla endüstriyel tarım, sadece tarım alanlarının geleceğini değil; tarım dışı alanları da etkilemekte ve genel bir ekolojik bozulmaya neden olmaktadır. Bunun için daha bütüncül ve yaygın politikalara ihtiyaç vardır.

Türkiye, tarımsal üretimde yüksek bir potansiyele sahip olmakla beraber “yapısal problemlerine somut çözümler getirmekte” zayıf kalmaktadır. Özellikle ekonomi genelinde yaşanan kırılganlıklar,
tarım sektörüne de kuvvetli şekilde yansıdığından uzun vadeli etkisi olacak kalıcı çözümlerin hayata geçirilmesi daha da önem kazanmaktadır.

Ülkemizde kamunun,  akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve özel sektörün hem yatay hem de dikey olarak işbirliğine açık olmadığı bilinmektedir. Bu işbirliklerinin sağlanmadığı durumlarda da sağlıklı işlemeyen bir tarım gıda ekosistemi kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır.

Unutulmaması gerekir ki; tarımı yönetenler tarafından alınan kararlar ve  kötü kurgulanmış politikalar, paydaşlar tarafından benimsenmez ise, hayata geçirilme şansı da  azalacaktır. . Konulan hedeflere ulaşmada öncelikle kamu tarafında kuvvetli liderlik gerekmektedir. Kamu, çiftçiyi korumalı ve teşviklerle desteklemelidir. Ürünün elinde kalmasını önleyen pazarlama teknikleri geliştirmelidir. Çiftçinin yoğun uğraş ve emekle bir yıl boyunca yetiştirdiği ürününe, maliyetinin altında talep oluştuğunda hasat, toprakta çürümemeli; çiftçi ürününü tekrar toprağa gömmemelidir.

Türkiye’de son 19 yılda, tarımın dışa bağlılığı her yıl arttığından; yerli üretici, ithal edilen ürünlerle fiyat olarak rekabet edemediği ve devlet de gerekli desteği yapmadığı için üretmekten vazgeçmiştir. Örnek verecek olursak; verimli topraklara sahip ülkemizde buğday ekim alanları 24.5 milyon dekar azalmıştır.  Ekonomideki dalgalanmalar ve dövizdeki artış nedeniyle maliyet girdilerindeki yükselişin tarım sektörünü derinden etkilemiş olması çifçinin ekim yapmaktan vazgeçmesine sebep olmuştur.

Bir zamanlar dünyada sayılı ülkeler arasında bulunan ülkemiz, tarımda öyle bir noktaya geldi ki; hemen hemen her türlü gıda ürününü ithal eder durumuna geldi.
Rusya’dan AYÇİÇEĞİ KABUĞU, ithal ediyoruz. Kabuğu, evet! Hayvanlarımıza yedirmek üzere ithal ediyoruz. Yani Rusların çöpünü para verip alıyoruz!

İTHAL TARIMA, İTHAL ETE muhtaç edildik. Ülkemizin toprakları alabildiğine BOŞ! Ama, tonlarca buğday, soya, ayçiçeği yağı, mısır, arpa ve baklagil ithal ediyoruz. Ülke olarak kullandığımız mercimeğin de %80'ini ithal. Daha düne kadar “saman” ithal ettik dahası var mı?

Bu yanlış politikalar nedeniyle işsiz kalan çiftçi, büyük şehirlerde iş bulurum hayali ile göçe başlamıştır. Devletin verilerine göre: Türkiye’deki nüfusun %93'ü şehirde yaşarken;%7’si köyde yaşıyor. İşte bu oranlar, ülkemizde tarımın ne hale geldiğini net bir şekilde ifade ediyor.

Tarımın temel sorunlarını çeşitli platformlarda dile getiren sektör paydaşları, ilgisizlikten yakınmaktayken; devlet yetkililerinin bu sorunlara sadece kısmi çözümler getirmesi, asıl yapısal problemlerin uzun süredir sürmesine sebeptir. Sivil toplum örgütleri ile akademisyenler ve kooperatif birlikleri tarafından hazırlanan raporların, tarım bakanlığına sunulmasına rağmen yetkililerin konuyu gündeme getirmemeleri tarımda geldiğimiz bu kötü gidişin en önemli nedenidir.

Devletin korumadığı, yeterince teşvik etmediği çiftçiler, Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği'ne ya da Ziraat Bankası'na borcunu ödeyemediği için hacizle karşı karşıya kaldıklarından zor bir süreçten geçmekteler. Bu iki kurumun kuruluş amaçları her ne kadar çiftçiye destek vermek olsa da; uygulamada çiftçinin yanında olmayan, özellikle ziraat bankası çiftçililikle hiçbir alakası olmayan yandaş şirketlere ucuz ve uzun vadeli kredi veren ve geri alamayan bir kurum haline geldiği herkesçe görülmektedir. Oysaki, özellikle Tarım Kredi Kooperatifleri, çiftçimiz için önemli ve gerekli bir kuruluştur. Ama çiftçiye destek değil; köstek olan bir kurum haline geldiğinden yeniden, çiftçinin taleplerini karşılar ve tarım ekonomisine can katacak yönde ivedilikle yeniden düzenlenmeli, dizayn edilmelidir.

Kooperatifçilik, özellikle tarım sektöründe dağınık yapıdaki küçük çiftçilerin, güçlerini birleştirerek toplu alım-satım yaparak maliyetlerini düşürmeleri ve katma değer yaratmaları açısından kabul görmüş bir ekonomik modeldir. Ancak Türkiye’de sektörü kurtaracak yeni bir buluş da değildir. Kooperatifçilik, ülkemizde Cumhuriyetin ilk yıllarında başlamıştır. Ancak iyi idare edilmediklerinden arpalık haline gelmiştir. Bu nedenle hiçbir dönemde ekonomik olarak güçlü yapılar oluşmamıştır.

Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), piyasa düzenleyici görevi nedeniyle çiftçinin destekçisi; sanayici ve tüketicinin ise güvendiği bir kurum olmasına rağmen çiftçinin yanında olup emeğinin bedelini piyasa koşullarını da gözeterek hak ettikleri fiyatı belirlemesi gerekirken,  siyasilerin talepleri doğrultusunda karar veren bir kurum haline gelmiştir.

Dünyada üretimin maliyeti düştü. Batı bizim gibi ülkeleri açık pazar olarak görerek üreticisine kredi de veriyor. Bu da ülkedeki malların artışına neden oluyor. Bizim ülkede tarımın içine ettiler. Ülke patatesi bile ithal ediyor. AKP dönemi, tarım için bir çöküş dönemidir.
Türkiye,  TUİK verilerine göre, tüketici gıda fiyatlarındaki artışla dünya şampiyonu olmayı başardı. Türkiye, Aralık 2020'den itibaren yıllık tüketici fiyatlarında yüzde 14,6’ya, gıda fiyatlarında yüzde 20,6'ya ulaşan artışla Arjantin'den sonra ikinci oldu. Bu arada ülke, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında ilk sıraya yükseldi. Daha ne olsun her alanda birinciyiz. Onların değimi ile dünya bizi kıskanıyor.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum