Özgener'den ekonomiye dair çarpıcı açıklamalar

Özgener'den ekonomiye dair çarpıcı açıklamalar
29 Haziran 2022 - 23:20

İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener, Haziran ayı olağan meclis toplantısında ekonomi gündemine dair açıklamalarda bulundu.

Özgener, "Global piyasalarda oyunun kuralları FED’in son faiz kararı ile farklı aşamaya geçti. 75 baz puanlık faiz artırım kararından anlıyoruz ki, önümüzdeki 2 yıl yurtdışında ve yurtiçinde ana gösterge enflasyon olacak. Son 20 yıldaki gelişmekte olan ülkelerin büyümesine büyük katkı veren genişlemeci politikaların artık sonuna geldiğimizi konuşan uzmanlar bile var.

FED’in güncellediği projeksiyona göre, daha yüksek enflasyon ve daha düşük büyüme bizleri bekliyor. Fakat son veriler enflasyonun her ülkede aynı şekilde artmadığını ve farklı şekillerde mücadele gerektireceğini gösteriyor.

OECD’nin son ekonomik görünüm raporunda, stagflasyon uyarısı yapılırken, enflasyonun her ülkede benzer bir şekilde yükselmediğine dikkat çekiliyor. 

Gıda ve enerji fiyatlarındaki yükseliş, dünyadaki enflasyonun yükselmesinin ana sebebi. OECD ortalamasına göre, tüketici enflasyonunun %58’i gıda ve enerjiden kaynaklanıyor. Fakat bazı ülkelerde (Japonya, Yunanistan) enflasyondaki artışın %90’ı gıda ve enerji fiyatlarından kaynaklanırken, ABD’de bu oran %36’lara iniyor. 

Türkiye’deki enflasyonun ise %50’si gıda ve enerjiden, %50’si diğer alt kalemlerden kaynaklanıyor. 

OECD ortalamasında, gıda ve enerjinin enflasyon payı 4,7 puan iken, Türkiye’de bunun 35,5 puana yani OECD ortalamasının 8 katına çıkıyor. Diğer alt kalemlerdeki enflasyon payı ise OECD ortalamasının 10 katı.

Bu nedenle enflasyon, yükseliş sebepleri ve yarattığı tahribata göre farklı tedbirler gerektiriyor. Türkiye’de gıda ve enerji arz şokunun diğer ülkelere göre 8-10 kat arası yüksek enflasyon katkısına sebep olması; yapısal sıkıntıların ötesinde para politikasının yönü, beklenti yönetimi ve kurum kredibilitesinde de diğer ülkelere göre dezavantajlı olduğumuza işaret ediyor. 

Merkez Bankası’nın 23 Haziran tarihli son faiz kararında, gelişmiş ülkelerde para politika uygulamalarında farklılıklar olduğunu ifade ediyor, ancak ülkelerle enflasyon farkımızdan ve gelişmekte olan ülkelerdeki sıkılaştırma döngüsünden söz etmiyor.

Son bir ayda FED’in dışında Meksika, Brezilya, Güney Afrika, Polonya, Macaristan, Hindistan gibi ülkeler faiz artırdı.  Biz yükselen enflasyona rağmen politika faiz oranlarını sabit tutarak hem yurtiçinde reel faizler yoluyla, hem de diğer ülkelere göre göreceli olarak para politikamızı gevşetiyoruz. 

Düşük politika faizleri hane halkı tarafında tasarrufların düşmesine ve enflasyonun yükselmesine sebep olurken, bu politikaların yarattığı riskler de, politika faizi %14 olmasına rağmen borçlanma faizlerinin yükselmesini tetikliyor. Bankaların günlük kredi faizlerinin %35 seviyelerine, yıllık kredi kullanım faizlerinin de %50 bandına kadar çıktığını da gözlemliyoruz.

Düşük politika faizi enflasyonu yükseltip, harcamaların öne alınmasına neden oluyor; ama kredi faizlerinin yükselen piyasa ve ülke riski sebebiyle aynı oranda düşük kalmasını engelliyor.

Bu aşamada; düşük faiz politikasının fayda ve tahribatının, politika yapıcılar tarafından tarafsız bir şekilde gözden geçirilmesine ihtiyaç duyuluyor.

Kredilerin üretken alanlara yönlendirilmesi gerektiğini, çeşitli platformlarda vurgulamıştım. Bu anlamda, ekonomi politikalarına yönelik 9 Haziran’da Hazine ve Maliye Bakanlığı ile BDDK, SPK ve Merkez Bankası tarafından açıklanan sıkılaştırma tedbirlerinin, enflasyonla mücadeleye destek vereceğine inanıyoruz ama makro ihtiyati tedbir ağırlıklı olarak açıklanan kararların, politika faizinin düşük tutulduğu bir ortamda, sürece olumlu katkı sağlama ihtimali sınırlı. 

BDDK’nın geçtiğimiz cuma günü yayınladığı ve kurlardaki yükselişe karşı aldığı yeni karar  hem kısa vadede, hem de orta vadede önceki kararlardan daha geniş bir etki alanına sahip; ama bu etkinin serbest piyasa koşullarını zorlaması sebebiyle makroekonomik seviyede iyileştirici sonuçlar yaratma gücünün zayıf olacağı kanaatindeyiz.

Bu karara göre; bankalar ve finansal kuruluşlar dışındaki bağımsız denetime tabi şirketlerin kredi başvurusu yaptıkları tarih itibarıyla, yabancı para nakdi varlıklarının (not: altın dahil, efektif Döviz ile bankalardaki yabancı para mevduat) Türk Lirası karşılığının 15 milyonun üzerinde olması halinde, bu şirketlerin yabancı para nakdi varlıklarının, en güncel finansal tablolarına göre aktif toplamından veya son 1 yıllık net satış hasılatından büyük olanının yüzde 10'unu aşması durumunda, söz konusu şirketlere Türk Lirası cinsinden yeni bir nakdi ticari kredi kullandırılmamasına karar verildi. 

Cuma akşamı piyasaların kapanışından sonra açıklanan kararın ardından dolar/TL, bankalar arası piyasada düşük hacimli işlemlerde 17,3 lira seviyelerinden hızla 16,4 lira seviyelerine kadar geriledi. Fakat 27 Haziran’da 16.10-16.70 gibi geniş bir aralıkta hareket ettiğini gördük. 

Piyasadaki dolarizasyonu engellemek adına atılan adımların en yenisi olan kararın, kısa vadede çok sayıda şirketi etkileme potansiyeli var; fakat bu şirketlerin kredi almaya devam etmek için ne kadar döviz satmaları gerektiğini hesaplamak zor. Her hâlükârda, bu karar, pazartesi ve salı günleri gördüğümüz üzere Türk Lirası’nda değerlenmeye sebep olabilir.

Ancak, bu kararın pratikte ülkemizdeki döviz likiditesini değiştirmeyeceği, sadece dövizin yerini değiştireceğini gözden kaçırmamak gerekir.  Sonuçta; cari açığın finansmanında, yurtiçindeki döviz varlıkların yerini değiştirerek bir çözüm bulmak mümkün değil.  

Ülkemiz ekonomisinin çeşitli güçlüklerle karşı karşıya olduğunun farkındayız. Çözüm üretebilmek için tedbirler alındığını da görüyoruz.

Ancak, bu tür uygulamalara iş dünyamız tarafından kısa vadede kolayca uyum sağlanmasının oldukça zor olduğunu düşünüyoruz. Mevzuatın sürekli değişmesi, iş yapabilmemizi zorlaştırıyor. Bu ve benzeri kararlarda bir geçiş süreci olmasının daha doğru olacağına inanıyoruz. 

Aynı zamanda kararların hafta sonu tatillerinde veya gece geç saatlerde açıklanmasının da piyasaya zarar verdiğini düşünüyoruz. Bankalar ve şirketlerin kararın uygulamasındaki soru işaretlerinin resmi makamlar tarafından giderilmesi, ticari hayatın ve yatırım kararlarının sekteye uğramaması gerekiyor. Şirketlerimizin finans bölümleri için de bu tip kararlar uygulamada aksamalara neden oluyor. 

Kararın, Türkiye ekonomisindeki kalıcı etkisi orta/uzun vadede ortaya çıkacaktır; buna bağlı olarak, kararın ülkemiz ekonomisine yaratacağı net fayda konusunun daha dikkatli incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.  Alınan kararla birlikte, serbest piyasa rejimine olan güvenin olumsuz etkilenmesi, hem bireyler hem de şirketler açısından sıkıntılı süreçleri tetikleyebilir. 

Kur korumalı mevduat hesaplarının amacı riskin, şirketlere yüklenmemesi ve devlet tarafından destek sağlanmasıydı. Bu karar ile kur riskinin şirketlere geri yüklendiğini görüyoruz. 

İhracatçılarımızın büyük bir kısmı krediyle çalışıyor ve ayrıca yaptıkları ithalat ile ihracatlarını tamamlıyorlar. İş dünyamızda ithal girdi bağımlılığı oldukça yüksek. Kur riskinden korunmak için döviz tutma eğilimindeler. Firmalar bu karar ile kendi dövizini kullanmak yerine döviz talebi yaratmak zorunda kalacaklar.

Sonuç olarak, karar sadece ülkemiz ekonomisine günlük döviz arz talep dengesinin ve döviz likiditesinin yerinin değiştirilmesi sonucunu doğuracak. Orta ve uzun vadede güven unsuru bakımından da olumsuz sonuçlar yaratacağı ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Bu kararla birlikte kambiyo serbestisi de zedeleniyor. Bunun yanısıra, yurtdışında liberal ekonomiye müdahale olarak da algılanma potansiyeline sahip.

Ayrıca bankaların bağımsız denetim raporu talep etmeleri sonucunda, firmalarımıza, şirket ölçeğine göre yıllık 75.000TL ile 500.000TL arasında olmak üzere ilave maliyet yükleniyor.

Şirketlerin mevduatlarını enflasyona karşı dövizde tutmaları sigorta poliçesi niteliğinde bir avantaj sağlıyordu, şimdi bu avantaj da kaybediliyor. Türk Lirası kredi için dövizden vazgeçilmesi; dövizi yerine koyma maliyetlerini ve bundan doğacak risklerin göze alınması anlamına da gelecek.

Bununla birlikte, şirketler kendileri için verimli olmayan bir yöntem seçecekleri için optimum stoktan maksimum stok yönetimine geçecekler. 

Son bir ayda açıklanan tedbirlerin özünde, kredi büyümesindeki hızlanmayı yavaşlatmak, Türk Lirası varlıklara geçişi sağlamak, enflasyon ve cari açıkla ilgili endişeleri azaltmak hedefi olduğunu anlıyoruz.  

Makro ihtiyati tedbirleri, politika faizinin ikamesi olarak kullanmak daha önce de denenmiş bir yöntem. O zamanlar, şu andaki gibi enflasyon bu kadar yüksek olmamasına rağmen ne yazık ki sadece makroihtiyadi tedbirlerin başarılı olmadığı deneyimlendi. Bugün de faiz artırımının yerine geçecek bir sıkılaştırma ve güven ortamı yaratma ihtimalini oldukça zayıf görüyoruz.

Önceki meclis konuşmalarımda da değinmiştim; hane halkı  enflasyona karşı kendilerini korumak için gayrimenkul yatırımı yapıyor ve normal yatırımlar devre dışı kalıyor. TÜFE-ÜFE makası yukarı doğru açılmaya devam ediyor.

Ülkemizin Rusya-Ukrayna savaşı ile daha da artan cari işlemler açığını finanse edebilmesi, çok pahalı ve riskli bir hale geldi.  Mevcut global ortam risk almayı son 20 yılda hiç olmadığı kadar zorlaştırıyor. O yüzden bugün Türkiye’de risk almaya ve serbest piyasa koşullarında uzaklaşan deneysel politikaları değil, riskleri azaltan bir politika seti uygulanmasına ihtiyaç var. 

Yurtiçinde gittikçe artan enflasyon ve yurtdışında artan parasal sıkılaştırma tedbirleri göz önüne alınarak para politikasında gerekli değişiklikler bir an önce yapılmazsa, şu anda 8-10 kat arası olan enflasyon farklarının Türkiye aleyhine daha da artacağını düşünüyoruz. Cari açık, enflasyon, rezerv ve CDS rakamları ülkemizin ekonomik programının çerçevesinin yeniden kurgulanması gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde değişen global risk algısı ortamında, kendimizi oyunun tamamen dışında bulabiliriz. 

Bu nedenle, para politikasının politika yapıcılar tarafından riskleri azaltacak, enflasyonun ateşini söndürecek, serbest piyasa koşulları içinde kalacak ve öngörü sağlayacak şekilde değiştirilmesinin önemli olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Deneysel ve kısıtlayıcı politikalar, hem global konjonktürde, hem de Türkiye’nin mevcut makroekonomik görünümünde, fazlasıyla risk içeriyor. 

Ülkemizin %7,3’lük birinci çeyrek büyümesi, büyük ihtimalle yine G-20 ekonomileri içindeki en yüksek büyüme oranlarından bir tanesi olacak.  Fakat büyümenin kompozisyonunun iki açıdan sıkıntılı olduğunu ifade etmek isterim.

Büyümenin ağırlıklı olarak tüketimle sürdürüldüğünü gözlemliyoruz. Bu durumun kalıcı olmadığı ve cari açıkla ilgili sorun yarattığı birinci çeyrek verilerinden de görünüyor. Diğer önemli bir problem ise Türkiye’de yüksek büyüme oranlarının gittikçe daha fazla gelir eşitsizliği yaratması. Pozitif büyüme oranlarının yüksek enflasyonla birleşmesi ise gelir dağılımının hızlı şekilde bozulmasını beraberinde getiriyor. 

Yüksek büyüme oranlarına rağmen gelir dağılımı dengesizliği 2021’de arttı ve bu eğilim 2022 yılında da devam edecek. Mevcut büyümenin gelecek dönemlere bıraktığı en önemli sorunun genç nesillerin fırsat eşitliğinin azalması olacağı; bu durumun da önümüzdeki dönem büyümesinde potansiyeli aşağı çekecek ve sosyal olarak problemler yaratacak darboğazlar oluşturacağı öngörülüyor. 

Bu aşamada enflasyondaki yükselişin sürmesi nedeniyle asgari ücret, kamu personeli ve emeklilerin maaş artışlarının  yetersiz kaldığı konusu hepimizin gündeminde.

Sayın Cumhurbaşkanımız konuyu Pazartesi günkü kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızdan işveren tarafıyla görüşülerek asgari ücretin yeniden değerlendirilmesini istediğini ve asgari ücret artışı yapılırken Bakanlığın özellikle belli sayıya kadar personel çalıştıran işverenleri gözetecek bir yöntem de geliştireceğini açıkladı. 

Konuyla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Biz de çalışanlarımızın ve siz değerli meclis üyelerimizin ekonomik zorluklar yaşadığını, artan ürün ve hizmet fiyatlarına karşı çalışanlarınızın maaşlarının yetersiz kaldığını görüyoruz.

Bu anlamda, şirketlerimizin çalışanlarımızın maaşlarını gözden geçireceklerini düşünüyoruz.  Ancak işverenlerimizin böyle bir yükü tek başlarına üstlenmeleri mümkün değil, devletimizin bu konuda destek paketi oluşturması da taleplerimiz arasında yer alıyor.

Asgari ücret başta olmak üzere tüm çalışanlarımızın maaşlarında artışa gidilmesini ama bu iyileştirmeler yapılırken enflasyon ile de kararlı bir şekilde mücadele edilmesinin ülkemiz ekonomisi için büyük önem taşıdığı düşüncesindeyiz" açıklamlasında bulundu.



 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum